Marka Tescili: Göz Ardı Edilen Bir Güvenlik Kalkanı
Yazının Giriş Tarihi: 13.11.2025 18:37
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.11.2025 18:38
Bir markanın doğuşu, çoğu zaman basit bir fikirle başlar. Bir kelime, bir sembol, bir his… Ancak o kelimenin arkasında bir dünya kurulur: yatırım, emek, itibar, umut. Ne var ki işin en kritik kısmı—yani “markanın gerçekten size ait olduğunun hukuken güvence altına alınması”—hala şaşırtıcı derecede hafife alınıyor.
Bizde bir alışkanlık var: “Önce yapalım, tutarsa tescil ettiririz.”
İşte tam da bu düşünce, bugün yüzlerce işletmeyi mahkeme koridorlarına sürüklüyor.
Marka tescili, şirketlerin vitrine koyduğu ışıltılı logolardan çok daha fazlasıdır. Aslında, görünmeyen en büyük güvenlik kalkanıdır.
Tescilsiz Markaların Acı Gerçeği
Bir markayı beş yıldır, on yıldır kullanmış olmak tek başına hak sahipliği yaratmaz. Hukuk, duygularla değil tarihle konuşur; koruma başvuru tarihiyle başlar.
Kimi işletmeler, yıllardır kullandıkları markanın bir gün hiç tanımadıkları biri tarafından tescil ettirildiğini öğrenince şok yaşıyor. Üstelik çoğu zaman geri dönüşü de yok. Çünkü marka hukukunda “erken davranan kazanır.”
Bugün Türkiye’de en çok duyduğumuz cümle şu:
“Ama ben bunu yıllardır kullanıyorum…”
Evet, ama başvuruyu yapan siz değilseniz, maalesef hukuken çok geç kalmışsınızdır.
Araştırma Yapmadan Başvuru: İş Dünyasının Sıkça Tekrarlanan Yanılgısı
Bir markanın kaderi, çoğu zaman daha başvuru dosyası hazırlanırken belirlenir. Ön araştırma yapılmadığı için reddedilen, benzer markaya çarpan, sınıf hatası yüzünden koruma kapsamı zarar gören yüzlerce dosya var.
Marka araştırması, tıpkı bir doktorun teşhisi kadar önemlidir.
Yanlış teşhis, yanlış tedaviye; yanlış araştırma, yanlış markaya götürür.
TÜRKPATENT, EUIPO ve WIPO veri tabanlarına hâkim olmayan biri için “benzerlik” kavramı çoğu zaman sanıldığı kadar basit değildir. Bazen bir harf, bazen bir ses benzerliği bile markanın kaderini değiştirir.
Son Dönemin Üzücü Eğilimi: Etik Dışı Marka Başvuruları
Ne yazık ki son yıllarda acılar, felaketler, davalar, toplumsal hassasiyetler üzerinden yapılan marka başvurularına sıkça rastlıyoruz.
Bir olayın, bir kişinin ya da bir travmanın adını ticari bir markaya dönüştürmeye çalışmak ne hukuka ne ahlaka sığar. Marka tescili, fırsatçılığın değil, sorumluluğun alanıdır.
Fikri mülkiyet; değer üretmek isteyenlerin elinde bir kalkandır. Diğerlerinin elinde yalnızca tartışma yaratır.
Tescil Ettirmek Kadar Kullanmak da Şart
Markayı aldınız, peki sonra?
Kullanmıyorsanız, beş yıl sonunda markanız iptal edilebilir.
Birçok işletme bu noktayı bilmediği için, yıllarca korunduğunu sandığı markasını bir gün kaybedebiliyor. Kullanım ispatı, günümüz ticaret dünyasında markanın varlığının ayrılmaz bir parçası hâline geldi.
Reklam kayıtları, faturalar, sosyal medya çıktıları…
Hepsi markanın hayat hikâyesinin parçalarıdır ve saklanmalıdır.
Strateji Olmadan Yapılan Başvuru: Yarım Kalan Bir Koruma
Sınıf seçimi, marka tescilinin en kritik noktalarından biridir. Yanlış sınıf seçimi, koruma alanını daraltır ve markayı riskli hale getirir.
Bir işletme, “Ben markamı tescil ettirdim” diye düşünürken aslında sadece işinin küçük bir bölümünü koruyor olabilir.
Marka tescili, teknik bir süreç değil; stratejik bir karardır. Bu nedenle mutlaka profesyonel destekle ilerlenmelidir.
Markasına Sahip Çıkmak, Geleceğine Sahip Çıkmaktır
Bugün dünya devlerinin en büyük varlığı binaları, fabrikaları ya da stokları değil; markalarıdır. Çünkü marka, bir ülkenin vitrini, bir şirketin kimliği, bir girişimcinin en büyük mirasıdır.
Markasını korumayan bir işletme, aslında geleceğini korumuyordur.
Bu yüzden her zaman söylüyorum:
Marka tescili bir formalite değildir; işletmenin en görünmez ama en güçlü savunma hattıdır.
Adı, logosu, itibarı, emeği… Hepsi bu hattın arkasında güvendedir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Özlem Arslan Kart
Marka Tescili: Göz Ardı Edilen Bir Güvenlik Kalkanı
Bir markanın doğuşu, çoğu zaman basit bir fikirle başlar. Bir kelime, bir sembol, bir his… Ancak o kelimenin arkasında bir dünya kurulur: yatırım, emek, itibar, umut. Ne var ki işin en kritik kısmı—yani “markanın gerçekten size ait olduğunun hukuken güvence altına alınması”—hala şaşırtıcı derecede hafife alınıyor.
Bizde bir alışkanlık var: “Önce yapalım, tutarsa tescil ettiririz.”
İşte tam da bu düşünce, bugün yüzlerce işletmeyi mahkeme koridorlarına sürüklüyor.
Marka tescili, şirketlerin vitrine koyduğu ışıltılı logolardan çok daha fazlasıdır. Aslında, görünmeyen en büyük güvenlik kalkanıdır.
Tescilsiz Markaların Acı Gerçeği
Bir markayı beş yıldır, on yıldır kullanmış olmak tek başına hak sahipliği yaratmaz. Hukuk, duygularla değil tarihle konuşur; koruma başvuru tarihiyle başlar.
Kimi işletmeler, yıllardır kullandıkları markanın bir gün hiç tanımadıkları biri tarafından tescil ettirildiğini öğrenince şok yaşıyor. Üstelik çoğu zaman geri dönüşü de yok. Çünkü marka hukukunda “erken davranan kazanır.”
Bugün Türkiye’de en çok duyduğumuz cümle şu:
“Ama ben bunu yıllardır kullanıyorum…”
Evet, ama başvuruyu yapan siz değilseniz, maalesef hukuken çok geç kalmışsınızdır.
Araştırma Yapmadan Başvuru: İş Dünyasının Sıkça Tekrarlanan Yanılgısı
Bir markanın kaderi, çoğu zaman daha başvuru dosyası hazırlanırken belirlenir. Ön araştırma yapılmadığı için reddedilen, benzer markaya çarpan, sınıf hatası yüzünden koruma kapsamı zarar gören yüzlerce dosya var.
Marka araştırması, tıpkı bir doktorun teşhisi kadar önemlidir.
Yanlış teşhis, yanlış tedaviye; yanlış araştırma, yanlış markaya götürür.
TÜRKPATENT, EUIPO ve WIPO veri tabanlarına hâkim olmayan biri için “benzerlik” kavramı çoğu zaman sanıldığı kadar basit değildir. Bazen bir harf, bazen bir ses benzerliği bile markanın kaderini değiştirir.
Son Dönemin Üzücü Eğilimi: Etik Dışı Marka Başvuruları
Ne yazık ki son yıllarda acılar, felaketler, davalar, toplumsal hassasiyetler üzerinden yapılan marka başvurularına sıkça rastlıyoruz.
Bir olayın, bir kişinin ya da bir travmanın adını ticari bir markaya dönüştürmeye çalışmak ne hukuka ne ahlaka sığar. Marka tescili, fırsatçılığın değil, sorumluluğun alanıdır.
Fikri mülkiyet; değer üretmek isteyenlerin elinde bir kalkandır. Diğerlerinin elinde yalnızca tartışma yaratır.
Tescil Ettirmek Kadar Kullanmak da Şart
Markayı aldınız, peki sonra?
Kullanmıyorsanız, beş yıl sonunda markanız iptal edilebilir.
Birçok işletme bu noktayı bilmediği için, yıllarca korunduğunu sandığı markasını bir gün kaybedebiliyor. Kullanım ispatı, günümüz ticaret dünyasında markanın varlığının ayrılmaz bir parçası hâline geldi.
Reklam kayıtları, faturalar, sosyal medya çıktıları…
Hepsi markanın hayat hikâyesinin parçalarıdır ve saklanmalıdır.
Strateji Olmadan Yapılan Başvuru: Yarım Kalan Bir Koruma
Sınıf seçimi, marka tescilinin en kritik noktalarından biridir. Yanlış sınıf seçimi, koruma alanını daraltır ve markayı riskli hale getirir.
Bir işletme, “Ben markamı tescil ettirdim” diye düşünürken aslında sadece işinin küçük bir bölümünü koruyor olabilir.
Marka tescili, teknik bir süreç değil; stratejik bir karardır. Bu nedenle mutlaka profesyonel destekle ilerlenmelidir.
Markasına Sahip Çıkmak, Geleceğine Sahip Çıkmaktır
Bugün dünya devlerinin en büyük varlığı binaları, fabrikaları ya da stokları değil; markalarıdır. Çünkü marka, bir ülkenin vitrini, bir şirketin kimliği, bir girişimcinin en büyük mirasıdır.
Markasını korumayan bir işletme, aslında geleceğini korumuyordur.
Bu yüzden her zaman söylüyorum:
Marka tescili bir formalite değildir; işletmenin en görünmez ama en güçlü savunma hattıdır.
Adı, logosu, itibarı, emeği… Hepsi bu hattın arkasında güvendedir.